29 Nisan 2010 Perşembe

YEŞİL URBALILAR YEŞİLE DÜŞMAN.


Beyazdı. ona rağmen aralarına aldılar. Bir kızılderili gibi yetişti. Büyüdü. savaşta Birleşik Devletler tarafına geçti. Her çatışmada kızılderililere büyük kayıplar verdirdi. Biliyordu onları ve kolay avlıyordu. Kabilenin gençleri büyük reise çıktı. " Bizim içimizde yetişti. bizi biliyor ve çok büyük kayıplar veriyoruz. Kurduğu tuzaklarla bir sürü arkadaşımızı öldürdü. izin verin onu bir suikastla yok edelim. bir tuzak ta biz kuralım ve öldürelim." Büyük reis susturdu herkesi, " bu kişisel bir savaş değil. biz intikam için değil topraklarımız için savaşıyoruz. Savaş alanında ölürse ölür. Tuzak kurup onu yok etmek bize yakışmaz. " Mecbur herkes dağıldı. O tuzaklara devam etti. her türlü kalleşliği yaptı. Kana doymadı. Öldürmeye de. Büyük reis intikam aldırmadı. Ne zamanki portakal bahçelerini yaktı. İşte o zaman Büyük Reis en savaşçı gurubu toplayıp onlara emir verdi. "şimdi ölümü hak etti"




YEŞİL URBALILAR YEŞİLE DÜŞMAN. İŞTE BUNU GARİPÇE'YE YAPMAYACAKTINIZ. ŞİMDİ DÜŞMANCA BAKIYORUM SİZE ARTIK. UGH...

5 Nisan 2010 Pazartesi

aylağım....

İşsizlik pek bi yaman. Bilmediğim bir şey değil ama yine de herkese bir şeyler anlatma derdi fena geriyor. Bir daha söyleyeyim yok öyle kıyıda, köşede ya da küpte devasa bir birikmiş. Hayat standardını değişiyorum işsizlikte o kadar. Cappucino, tiramusu yerine ay çöreği- çay house cafe ya da kitchenette yerine sahil çay bahçesi . Hiç de umurum olmuyor aslında. Ay çöreğini de severim çayı da. Bi de boğaz manzarası varsa değmeyin keyfime. Zugaşi berepe kanımda var. Genim böyle. Bana deniz kenarı bir yer verin, derme çatma bir çadır bile yeter. Ötesi tüketim çılgınlığının esareti. Hemen kırarım onu. Koca bir çocukluğu- ergenliği liman arkasında kayalarda tüketmişim. Şimdi mi koyacak sahil çay bahçesi. Günler işsizlikte fena akıyor. Bir bakıyorsun kira zamanı gelmiş. Ulan daha dün ödemedim mi ben bunu diye düşünüyorsun. Sanki ay kapı arkasında bekliyor ‘aha ben geldim’. Hoş geldin de keşke bahar olmasaydın. Hani fena da ayartıyor insanı. Malum nisan mayıs ayları gevşer gönül yayları. Sürekli bir şeyler üretmekten yorulmuşum yahu. Fena halde miskinleştim. Bünyeyi aylaklık sardı. Aylaklık demişken o ne güzel bir fotoğraf karesidir. Fellini’nin aylaklar filmindeki kareden söz ediyorum. Aylaklık iyi güzel de vahşi kapitalizm onun can düşmanı. Aylaklık bile parayla mı olur ? oluyor işte devir böyle. Ha ne diyordum . Şu en çok sorulan “ne yapacaksın?” Sorusuna yanıt vermeye çalışıyordum. Hakkaten bilmiyorum. Ahvalim aylak. Hepsi bu. Ama kimse inanmıyor. “Ne projeler vardır . hadi anlatsana.” Ben de hep Can Yücel’in yaşadığı bir anıyı anlatıyorum. Can baba İzmir’de bir grup seveni, arkadaşı ,hayranı, şusu- busuyla buluşuyor. Ver elini meyhaneye dalıyorlar. İçki su gibi değil, sel gibi akıyor. Sabaha karşı meyhaneden sendeleyerek çıkıyorlar. Oradan Kordon’a uzanıyorlar. Deniz kenarında İzmir mi sallanıyor Can baba mı belli değil. Şöyle bir yakamoza doğru dönüyor Can baba. Yakamoza sabitleniyor. Bir an herkes susuyor. Aralarında fısıldaşıyorlar. “ ulan şimdi ne acayip dizeler çıkaracak buradan. Böyle daldığına göre en önemli dizelerin doğuşuna tanık olacağız. Süper bir şey bu” . Bir süre bekliyorlar. Can baba sanki taş. Sadece denize doğru bakıyor. Gözler sabitlenmiş. Sonra yere çöküyor. Dizlerinin üstünde ellerini açıyor. Herkes o büyülü anın etkisi altında. Fısıldaşma tıslaşmaya dönüyor neredeyse. “ işte böyle doğuyor. O muhteşem şiirler. Bu doğum anı. “ bakıyorlar. Ses yok. Biri çıkıntılık yapıp yanına sokuluyor.” Baba bize de söylesene o dizeleri. “ Can baba da ses yok. Çıkıntı biraz daha ileri gidip dürtüyor Can Babayı ” hadi baba söyle ne buldun” . Can Baba şöyle bir dönüyor. Konuşmuyor kükrüyor. “ Sarhoşum amına koyyim” Sonra da boylu boyunca İzmir’in çimenlerine uzanıyor.

“Hadi anlatsana “. Yok bir şey. Sadece aylağım ….