28 Eylül 2010 Salı

Karşı Tribünün Çocuğu Alpaslan Dikmen

Tribün çocukları...  Orda başka türlü akar hayat. Tribünde hayat ritmik ve sloganisttir. Serttir iklimi.  Sevgi selidir ama önünde ne varsa götürür rakibe doğru. Med-cezirdir. Her ‘med’de sevgi her ‘cezir’de öfke. Nefretin, öfkenin doruk noktasıdır tribün . Raconu nettir. Mertliğe selam çakılır. Her şeye karşın duruşu vardır. O duruş rakip stadın da tribünlerinde olsa saygı duyulur.  Tribün çocukları taraftardır.  Stat çocukları holigandır.  Tribün çocuklarının rekabetinde mertlik, stat çocuklarının rekabetinde pusu vardır. Tribün çocuklarının rekabetidir aslında futbol denen temaşayı güzelleştiren. O temaşanın önderlerinden biriydi Alpaslan. Rakip takımın tribün çocuğuydu. Önderiydi. Ben karşı kıtanın tribününden görürdüm onu. Hagi’nin resitalini anlatmıştım bir kez ona, o bana Alex’in resitalini.  Ben sarı dedim o kırmızı. Ben lacivert dedim o sarı. Hepte böyle gidecekti. Ta ki o meşum güne kadar. Alpaslan artık yok dediler. Hemen Kubilay’ı aradım. “Gitti abi” dedi. Bir tribün çocuğu daha eksilmişti. Hangi renklerin tribününden olursa olsun, tribün çocukları eksildiğinde hayat durur benim için. O gün de durmuştu. Camiye doğru gidiyordum.  Genç sevgililer sarmaş dolaş yürüyordu. Bir ara “bu ne kalabalık kardeşim. Nefes alamıyoruz” diye seslendi erkek. Bir anda sardı etrafını sarı kırmızılı tribün çocukları. İçlerine attıkları acı öfke halinde dışarı çıkıyordu. Linç edeceklerdi çocuğu. Girdim aralarına yumruklar tekmeler sallanmak üzereyken” Napıyorsunuz be. Alpaslan burada olsa ne derdi.  Ona böyle mi gösteriyorsunuz saygınızı” dedim. Herkes durdu...Sonra tanıyan tanımayan sarıldı birbirine. Gözyaşları aktı hayata doğru. Alpaslan aslandı hem de’ ultra’sından. Benim için sevdiğim kardeşim Kubilay’ın abisi, rakip taraftarın tribün çocuğuydu.

12 Eylül 2010 Pazar

REÇELLİ EKMEK

Bugün 12 eylül. Akgün henüz 14 yaşındaydı gözaltına alındığında. gözlerini bağladılar. Hücreye attılar. Kulakları sağır eden bağırışları duydu. Sonra sıra ona geldi. Elektrik verdiler, kaskatı kasıldı. Filistin askısına alındı, hayalleri yere düştü. Henüz çocuktu ama işkencecileri taze eti daha çok morartmak ve çürütmekle uğraşıyordu. Acıyordu. Kanıyordu. Konuşacaktı fırsat vermiyorlardı. “Bana bunu niye yapıyorsunuz” demek istedi. Tekmeden, yumruktan fırsat bulamadı. İşkenceci bağırdı. “voltajı yükseltsene lan orospu çocuğu”. “orospu çocuğu” voltajı yükseltti. Akgün dayanamadı. Karardı. Karanlıktı. Soğuktu üşüyordu. Her üşüdüğünde yaptığı gibi yaptı. Sarıldı annesine. Neden sıcak değildi annesi.


“Alın lan şunu üzerimden. Yapıştı kaldı. Alsanıza lan şunu üstümden”

Günlerce sürdü. Neden sonra sordular. “ konuş ulan”. Ne diyecekti. "reçelli ekmek" demek istedi sadece ağzından kırık dökük "ekmek” sözleri hırıltı gibi çıktı. İşkenceci ekmeğe saldırdı. Vurdu, vurdu. “ bak hala ek mek diyor. Kodumun komonisti. Al sana ekmek. Al sana özgürlük” .Oysa açtı. Reçelli ekmekti özgürlük. “bak oğlum. Bunlar adamın anasını siker beni bile siker. Gel etme ne biliyorsan. Söyle. Gencecik uşaksın. Konuş git ananın evine” diyordu biri. O da polisti, o da askerdi ama saçını okşuyordu. O elin sıcaklığı kalbine doğru indi. Ne biliyorsa söyledi. Zaten bir çocuk ne bilebilirdi ki? Herkesin bildiğini söyledi. “ ötmüşsün şerefsiz” dediler. Ne demişti ki.hiç İşkenceden yırtmak için inancını yiyenler bile onun üstünden kendini akladı. Sessizdi. Yine sustu. “ öttü bu” dediler. Oysa “ötmeyen” çok azdı. Tecrit ettiler. Yattı, kalktı. Bir tek tel örgülerin arasından annesine aktı kalbi o kadar. Dışarı çıktı. Anası kapıda bekliyordu. Elinde, reçelli ekmek.

İçeride gardiyan gibi olanlar dışarıda solcu abiydi yine. Gardiyanlıklarını unutturmak için Akgün’ü yem ettiler. Hep sustu. Hep ağladı gizlice fındık bahçelerinde. Hep içten içe kanadı Akgün. Akranları sahilde koşup eğlenirken o, lağım çukuruna sokuluyordu. Akranları elektrik kesildiğinde kaça kadar sayınca gelecek oyunu oynuyordu. O vücuduna verilen elektriğin ne zaman kesileceğini sayıyordu. ciktiktan sonra bir kez olsun ufuk gazozu icmemisti.oysa eskiden en sevdigi seydi leblebi tozu ve ufuk gazozu.biz gazoz icerken akgun kaniyordu,Akranları mışıl mışıl uyurken, o hep kabuslarla uyanıyordu.

O daha çocuktu. Onu büyüttüler. Akgün acılarıyla büyüdü. Okudu. Bir anasına sığındı bir alkole. En neşeli anlarda bile hüzün yüzünde yapışıp kaldı hep.anaciginin kalbi dayanamadi daha fazla findik bahcesine yigildi kaldi. Sonra içkiye sarıldı.icti.ictikce alkolu yarasina merhem yapmayi denedi olmadi,icti hayati son kez ,mutfaga gitti Reçelli ekmeği eline aldı. Ve kendini boşluğa bıraktı.

Akgün arkadaşımdı. Şimdi yok. 12 Eylül 30 yıl sonra onu öldürdü. Tıpkı 30 yıl önce öldürdükleri gibi. Evet ya da Hayır’ınız Akgün’ü geri getirebilir mi? 14 yaşındaki acılarına son verebilir mi?. Siz ahkam keserken Akgün ölüyordu. Alayınıza İsyan . Alayınıza BoYkOt..

9 Eylül 2010 Perşembe

İyİ bAyRaMlAr

LİKÖR, AKİDE ŞEKERİ, ZIP ZIP, ÇATAPAT, LUNAPARK, TAHTEREVALLİ, ANNE –BABA MENDİL, DEDE, NİNE , ARKADAŞ, KOMŞU, OYUNCAK, MANTAR TABANCASI, SU BÖREĞİ, BAKLAVA, LOKUM, HARÇLIK, ISKARPİN, TAKIM ELBİSE , MAHALLE