21 Şubat 2010 Pazar

Söylesem tesiri yok , Sussam gönül razı değil

Abluka denen kelime neredeyse adımla özdeşleşti. Ablukacı Mustafa da oldum ya daha ne diyeyim. Yahu insanoğulları ve de insankızları, “abluka” bir durum tespitidir. Durum tespitinden bile kıyamet kopuyorsa biraz da onu sorgulamak gerekmez mi? ‘Zaman’lı zamansız ayarsızların çakallıklarına da pabuç bırakmam. Abluka’nın yandaş, candaş, kandaş, ergenokandaş ile alakası yoktur. Söyleyecek sözüm de çok, söyleyecek yüreğim de var. Her kese her şeye meydan okuyacak kadar. Su olurum akacak mecra bulurum nasılsa. Taraf olmak, tarafsızlık, yavşaklık, korkaklık, tıynetsizlik, omurgasızlık, arkadaşını n kafasını altın tasta sunmalar, hokkabazlık, dalkavukluk , yalan, ikiyüzlülük, teslimiyet hepsine sıra gelecek. Şu abluka denen abukluktan sonra neler yaşadım onları bir anlatayım hele.

En çok da “hayırlısı olsun” dendi. Hayırı neyse. İşsizlik, araba taksidi, kira “ohh nası girdi “der gibi. Telefonlar daha acayip. Meselenin özünü konuşurken

-abi, şimdi telefon dinleniyordur o konulardan bahsetmesek.
- le havle. Ne oluyor lan. Neden korkuyoruz ki.
-Abi şimdi Ergenekoncu felan diyorlar ya. Erzincan’da aslında ne olduğunu anlatıyorsun. Tarikat marikat sallıyorsun.
-Git işine oğlum ya. Yemişim Ergenekon’u. Ergenekon denen melanet mahvetti bu ülkeyi. Kan var üstlerinde. Hala kan kokuyorlar. Ben mi Ergenekoncu olucam. 27 Nisan’da kim ne yapmış. Arama tırsıyorsan. Ergenekon’un da senin de.

Aşağı yukarı böyle telefon konuşmaları. Herkes mabadından korkuyor. Nasıl bir korku imparatorluğu yaratıldıysa .28 şubat’ta birilerine ne yapıldıysa şimdi de ötekilere aynı şey oluyor. İyi-kötü yanlış- doğru birbirine karışıyor. Neyse celallenmiyeyim de şu işin geyik kısmını yazayım. En çok karşılaştığım sorulardan biri de şu. Abi kim aradı?

-Abi kim aradı?

-Valla İşten ayrılır ayrılmaz. Veli Küçük, Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Bedrettin Dalan, Turan Çömez, Doğu Perinçek, Muzaffer Tekin sağolsunlar aradılar. Birde Number one diye biri aradı sesi hırıltılıydı tam anlayamadım. Koçum mu dedi sazanım mi dedi şey edemedim.

Kim arayacak eş dost. Köşeci, çeteci şucu, bucu tanmımam ki ben. Ne onların olduğu ortamlarda olurum ne de hasbıhalım vardır. Cürümüm kadar yer yakarım her zaman. İlk gün telefonun şarjı yetmedi. Aradan geçti 3 gün arayan tarayan bir iki kişi. Hep böyle olmuştur. Eş dost bir araya geldik rakı içtik, çöp şiş yedik güldük eğlendik. Buraya aha şunlar düştü.

-Abi sen aslında tam ne yazmak istedin
-Ben dedim ki başsavcı abuk onlar anladı abluka.Gitti makam arabası, bedava benzin, eşek yüküyle mayış, unvan, makam..bedava telefon.

-lan oğlum deseydin ya. Değiş Tonton’um ben.

-Oğlum yoksa şey mi oldu. Lise dö sen benuğa ile çeliktepe cengizhan lisesi sendromu. Hani onlar beyaz türk sen, vonalı. .Umut Sarıkaya yer onları bee..
-Tabii tabii. Hadi ozaman hep beraber. Çeliktepe sloganı...Hımpss. Hımfs.. ….

-Alıp bıçağı çıksaydın ya NTV’nin çatısına. Atarım kendimi, atmayın beni.

-Yoksa abluka başlığını santralden arayıp mı söylediler. Düşüşün hızlı oldu da. O bakımdan.

-şurada yaza ne kaldı bari o zaman ayrılsaydın. Park mark yatıp kalkardın. Şimdi misafir gelecen. Atsan atılmaz satsan satılmaz ki

-Abi sen hep ergene mi konuyodun. Hani çıtır felan olmuyo mu. Ergen e kon. O bakımdan Hıahhahaha
-Alın şu Selami Şahin kılıklı herifi masadan …

-Arkadaş sen gidince birileri orasını burasını dağıttı sevinçten. İnsanları mutlu ettin ya Allah ta seni etsin. Ne iyi insansın.

Dipnot: medyafaresi, yavuz karakoç ve tüm arayan herkese teşekkürler..

16 Şubat 2010 Salı

Hişşşt Hedonist , Naber Hazcı

Fotoğrafa bir bakar mısınız. Hayat budur bazen. Denizde yüzerken bir nefes sigara çekmek. Ooohh. Yaşamak güzel. Memlekette en büyük zevklerimizden biriydi, sigarayla denize girmek. Sigara ağızda Aktaş’a çıkılır. Aktaş dediğim denizin ortasında koca bir taş. O bizim adamızdı Vona’da. Islatmadan Aktaş’a çıktım mı en tepeden doğru denize sigara cosss. Ne cok keyif alırdık bundan. Yılardır yapmıyorum sigarayla denize girmeyi. Nedenini de sorgulamadım aslında. Ama şimdi dip bellekte bişeyler çıkıyor. Sigarayla denize girmeyi. “ ayy ne magandalık” olarak görenlerle mi tartışmıştık sonra o mu kaldı bilmiyorum ama ilk fırsatta yapıcam yine. Hatta puroyla girmessem namerdim. Hayattan keyif almayı bırakmamak lazım. Aşık ol, acı cek. İşte bunal. Şehirdenden sıkıl. Evde buhran. Sokakta hüsran. Bu ne yahu. Vazgeçiyorum bu hayattan. Hayattan hazzedecek, hazcı olacam. Hazcı güzel kelime. Namuslu filminde mutemet Ali Rıza (Şener Şen) parayı aldıktan sonra masaj salonuna gider. Orada uzanır şöyle yüzükoyun. Parayı başının altına koyar. Öyle bir “oooohh “ çeker ki gördüğüm en iyi film sahnelerinden biridir. İşte hayat O “oooooh”ta gizli. Şimdi melankoliden hazcılığa geçme vaktidir. Malum önümüz bahar. Nisan- mayıs ayları gevşer gönül yayları..."oooohhhh".

11 Şubat 2010 Perşembe

Gitmek kaçmak mıdır?


İnsan ruhu gitmeye mi kalmaya mı yakındır? Adamına göre değişir. Kadınına göre de değişir. Uzmanlara göre gitmek ‘doğal bir dürtü değil kişilik yapısıyla orantılı bir davranış’. Peki 10 puanlık uzman sorusu geliyor. Hangisinden gitmek daha zordur. Bir adamdan? Kadından? aileden? sevgiliden? eşten? işten? şehirden ? arkadaştan? Zor . çok zor. Sevdiklerinden gitmek zordur. Sevmediklerinle kalmak daha da zordur. Benim ruhum gitmeye yakın. Psikiyatrist arkadaşım ‘ruhun bozuk ‘diyor. İn to the wild filminde gitmelerim nasıl da depreşmişti. Sonra motosiklet günlüğü’ni izledikten sonra gitmeyen her yerim ağrıdı. Kalbim giderken acır, beynim kaldığımda zonklar. Ama bir şekilde giderim. Ruhum bozuk işte. Şöyle bir dolaştım edebiyat alemini gitmek neyi beslemiş diye. Mesela Ahmet Telli

“gitmek...bir büyü gibi saran
ağrılar yumağı, kışkırtılmış düşlerdir”
demiş. En güzel gitme güzellemesi de ezeli ve ebedi babamız Can Yücel’den geliyor.

“bugünlerde herkes gitmek istiyor. küçük bir sahil kasabasina, bir baska ülkeye, daglara, uzaklara... hayatindan memnun olan yok. kiminle konussam ayni sey... her seyi, herkesi birakip gitme istegi. öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok. bir kendisi. bu yeter zaten. her seyi, herkesi götürdün demektir. keske kendini birakip gidebilse insan. ama olmuyor. hadi kendimize raziyiz diyelim, öteki de olmuyor. yani her seyi yüzüstü birakmak göze alinamiyor. böyle gidiyor iste. bir yanimiz "kalk gidelim", öbür yanimiz "otur" diyor. "otur" diyen kazaniyor. o yan kalabalik zira. is, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... en kötüsü aliskanlik. aliskanligin verdigi rahatlik, monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor. kaliyoruz. kus olup uçmak isterken agaç olup kök saliyoruz. evlenmeler... bir çocuk daha dogurmalar... borçlara girmeler...isi büyütmeler... bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor. misal, ben... kapidaki rex'i birakip gidemiyorum. degil bu sehirden gitmek, iki sokak öteye tasinamiyorum. alip götürsem gelmez ki... bütün sokagin köpegi oldugunun farkinda. herkes onu, o herkesi seviyor. hangi birimizle gitsin? "sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir; evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin. kendi imalatimiz küfeler. ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada. ölüm var zira. ölüme inat tutunmak lazim. inadina kök salmak lazim. bari ufak kaçislar yapabilsek. var tabii yapanlar. ama az. sadece kaymak tabakasi. hepimiz kaçabilsek... bütçe, zaman, keyif...denk olsa. gün içinde mesela... küçücük gitmeler yapabilsek. ne mümkün. sabah 09.00, aksam 18.00. sonra baska mecburiyetler. sikisip kaldik. sirf yeme, içme, barinmanin bedeli bu kadar agir olmamali. hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. bir ömür karsiligi bir ömür yani. ne saçma. bahar midir bizi bu hale getiren? galiba. ben her bahar asik olmam ama her bahar gitmek isterim. gittigim olmadi hiç. ama olsun... istemek de güzel” budur .

Ama kelimelerin efendisi Özdemir Asaf

“gelirken ağlamıştın
orası için
giderken de ağlayacaksın
burası için”

bu gitmeler gitme değil diye vuruyor yüzümüze. Kavafis’e de fena selam çakıyor. “ bu şehir arkandan gelecek” . En cok da Borges’in canhıraş hayat dersi bozuk ruhumu okşuyor. . Sonunu yazayım;

“hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan, gitmeyen insanlardandım ben.
yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
eğer yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ölüyorum...

Madem gitme dürtüsü harekete geçti. En çok giden Tezer Özlü’yü unutmamak lazım.

“pazar günleri... şimdilerde... sokak aralarından geçerken... gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa... odaların içine asılmış çamaşır görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.......... isterim hep”

4 Şubat 2010 Perşembe

Aşk nedir amca?


İki küçük afacan konuşuyordu.
-Aşkı biliyor musun?

- Biliyom tabi. Babamın annemi mutfakta öpmesi.

-Salonda öpünce aşk olmuyormu ya da yatak odasında.

-olmaz denilen yerde öperse aşk olur.. yaaa

“Şimdiki çocuklar harika” hamasetini vatan millet sakaryadan hallice gördüğüm için oyle şeyler söylemem. Ama hani gerçeklik denen şey bazen bu kadar çıplak ve nettir. Rain Man filminde Charlie Babbitt(Tom Cruise) otistik kardeşi Raymond’a (Dustin Hoffman) ilk öpüşmesinden sonra ne hissettiğini sorar. Raymond’un yanıtı. “ıslak”tır. Duygudan arınmış gerçeklikte öpüşmek ıslaktır. İki küçük afacan döndü bana aynı soruyu sordu. “ aşk nedir amca” . Raymond’tan hallice yakalandım bu soruya. Bir amca denilecek yaşta olmak fena koyuyor. İki amca denilecek yaşta aşık olduğunu belli etmek daha da can sıkıcı. Üç karizma elden gidecek hemen bir yanıt bulmalıyım. Ezel’den bir dayılık olduğu için aldım çocukları karşıma boy boyladım soy soyladım.

-şimdi çocuklar bana müsaade edin mutfakta iki bardak su hazırlayacağım size

-tamam Mustafa amca bekliyoruz. ( hay amcanızı...)

-Eveeet çocuklar

-önce cam bardaktaki sudan bir yudum alın, sonra kupadakinden

Her iki afacan cam bardaktaki suyu lıkır lıkır içti. Kupadakini de "öğğrrrkk" diye püskürttüler ortalığa

-bu ne yaaa Mustafa amca (abi de yavrucum abii)

-Yaa işte budur çocuklar. Kupada içtiğiniz tuzlu suydu. İşte o aşktır.

2 Şubat 2010 Salı

Kanlı Gömleğini Koklardı Annem

Anne ile babanın yatak odasına girilmez. Oyleydi benim çocukluğumda. Mahremiyet kutsanırdı. Yatak odasının her hangi bir esrarı yotu ama o sandık olmasaydı. Albenisi öyle böyle değildi. Nasıl da süslenmişti annemin ceyiz sandığı. Sanki gelin annem değil o olmuştu. Annemin gelinlikli fotoğrafları sönük kalıyordu yanında. Tamam yatak odası fena halde mahremdi de o ceyiz sandığı habire günaha davet ediyordu. “Gel bendeki gizemi çöz” diye. Günaha davete, o kadar çocuk içinde bir tek ben uyacaktım, bu belliydi. Kimsenin umurunda değildi o sandık. Annemin sabah namazına kalktığı zaman gizlice açtığı o gizemli sandık. Sürekli annemin anahtarını koynunda sakladığı sandıktaydı gözüm. Annem de hiç acık vermiyordu. Sanki biliyormuş gibi oynuyordu benimle. Kedi fare kovalamacasına dönmüştü. Kim av kim avcı birbirine karışmıştı. Ama ne yapıp edip o sandığın gizemini çözecektim. Kesin o sandıkta hazine vardı. İyi de annem neden ağlıyordu her sabah o sandığı açtığında. Hazinenin varlığından duyulan sevinç gözyaşı da değildi ki. İçten içe ağlıyordu annem sadece. Yıllarca sürdü kovalamaca . Ben pes etmedim annem hiç acık vermedi . Ta ki o güne kadar. Annem banyoda fenalaştı. Hemen hastaneye kaldırdılar. Apandist belası fena yakalamıştı. Bana da gün doğdu. Anahtar ilk kez annemin koynu yerine soğuk banyonun mozaik zemininde duruyordu. Herkes hastaneye koşmuştu. Bense evde ilk günahımın anahtarını kilite sokuyordum. Nefes nefese kalmıştım. Sandık kiliti günah çanı gibi sesini çıkardı. Artık günah işlenmiş keyfini sürme vaktiydi. Sandığın kapağını açtığımda dondum kaldım. Sadece bir gömlek vardı. Kan içinde bir gömlek. 22 yaşında pusuda vurulan dayımın gömleği. Kanı yerde kalan dayımın gömleği. Kanı yerde kaldığı için hep kanardı o gömlek. Nükhet ipekçi 31 yıldır sakladığı gömleği yayında çıkarınca o sandık ve annem geldi aklıma. O gömlek bir televizyon şovu değil bir isyandı. Annemin her sabah namazı öncesi döktüğü gözyaşı gibi..