11 Şubat 2010 Perşembe

Gitmek kaçmak mıdır?


İnsan ruhu gitmeye mi kalmaya mı yakındır? Adamına göre değişir. Kadınına göre de değişir. Uzmanlara göre gitmek ‘doğal bir dürtü değil kişilik yapısıyla orantılı bir davranış’. Peki 10 puanlık uzman sorusu geliyor. Hangisinden gitmek daha zordur. Bir adamdan? Kadından? aileden? sevgiliden? eşten? işten? şehirden ? arkadaştan? Zor . çok zor. Sevdiklerinden gitmek zordur. Sevmediklerinle kalmak daha da zordur. Benim ruhum gitmeye yakın. Psikiyatrist arkadaşım ‘ruhun bozuk ‘diyor. İn to the wild filminde gitmelerim nasıl da depreşmişti. Sonra motosiklet günlüğü’ni izledikten sonra gitmeyen her yerim ağrıdı. Kalbim giderken acır, beynim kaldığımda zonklar. Ama bir şekilde giderim. Ruhum bozuk işte. Şöyle bir dolaştım edebiyat alemini gitmek neyi beslemiş diye. Mesela Ahmet Telli

“gitmek...bir büyü gibi saran
ağrılar yumağı, kışkırtılmış düşlerdir”
demiş. En güzel gitme güzellemesi de ezeli ve ebedi babamız Can Yücel’den geliyor.

“bugünlerde herkes gitmek istiyor. küçük bir sahil kasabasina, bir baska ülkeye, daglara, uzaklara... hayatindan memnun olan yok. kiminle konussam ayni sey... her seyi, herkesi birakip gitme istegi. öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok. bir kendisi. bu yeter zaten. her seyi, herkesi götürdün demektir. keske kendini birakip gidebilse insan. ama olmuyor. hadi kendimize raziyiz diyelim, öteki de olmuyor. yani her seyi yüzüstü birakmak göze alinamiyor. böyle gidiyor iste. bir yanimiz "kalk gidelim", öbür yanimiz "otur" diyor. "otur" diyen kazaniyor. o yan kalabalik zira. is, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... en kötüsü aliskanlik. aliskanligin verdigi rahatlik, monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor. kaliyoruz. kus olup uçmak isterken agaç olup kök saliyoruz. evlenmeler... bir çocuk daha dogurmalar... borçlara girmeler...isi büyütmeler... bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor. misal, ben... kapidaki rex'i birakip gidemiyorum. degil bu sehirden gitmek, iki sokak öteye tasinamiyorum. alip götürsem gelmez ki... bütün sokagin köpegi oldugunun farkinda. herkes onu, o herkesi seviyor. hangi birimizle gitsin? "sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir; evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin. kendi imalatimiz küfeler. ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada. ölüm var zira. ölüme inat tutunmak lazim. inadina kök salmak lazim. bari ufak kaçislar yapabilsek. var tabii yapanlar. ama az. sadece kaymak tabakasi. hepimiz kaçabilsek... bütçe, zaman, keyif...denk olsa. gün içinde mesela... küçücük gitmeler yapabilsek. ne mümkün. sabah 09.00, aksam 18.00. sonra baska mecburiyetler. sikisip kaldik. sirf yeme, içme, barinmanin bedeli bu kadar agir olmamali. hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. bir ömür karsiligi bir ömür yani. ne saçma. bahar midir bizi bu hale getiren? galiba. ben her bahar asik olmam ama her bahar gitmek isterim. gittigim olmadi hiç. ama olsun... istemek de güzel” budur .

Ama kelimelerin efendisi Özdemir Asaf

“gelirken ağlamıştın
orası için
giderken de ağlayacaksın
burası için”

bu gitmeler gitme değil diye vuruyor yüzümüze. Kavafis’e de fena selam çakıyor. “ bu şehir arkandan gelecek” . En cok da Borges’in canhıraş hayat dersi bozuk ruhumu okşuyor. . Sonunu yazayım;

“hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan, gitmeyen insanlardandım ben.
yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
eğer yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ölüyorum...

Madem gitme dürtüsü harekete geçti. En çok giden Tezer Özlü’yü unutmamak lazım.

“pazar günleri... şimdilerde... sokak aralarından geçerken... gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa... odaların içine asılmış çamaşır görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.......... isterim hep”

1 yorum:

  1. ötme vapur gelemem
    dört duvarla sarılmışım.

    belki yüksek sorumluluk hissi belki vicdandır 'gitmek' arzusunun önünü kesen.

    "Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
    Korkuyorum
    Sen de kaçma bu şehirden
    Yalnız bırakma beni
    Gökler bile değişiyor lahzada
    Ardından geliyor bak
    Güneşiyle bulutuyla gökyüzü
    Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü
    Sen de kaçma bu şehirden
    Yalnız bırakma beni
    Ben fakir bir sahilin
    Kahır yüklü çocuğu
    Korkuyorum" (Cahit ırgat)

    halbuki 'kendinize rağmen' gitmeyip kalarak yaptığınız fedakarlık belki de karşılık bulmayacak.

    "Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre,
    İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere."(Nabi)

    ne var ki insan,çok arzuladığı halde gitmeyip kendine rağmen kalsa, mutlu olur mu?

    "Memnunum diyemem yaşadığıma,
    Bana bir şey söylemiyor
    Bu deniz parçası, bu taka.

    Gün bitti, yollara düştü kahır
    Ötme vapur, gelemem
    Dört duvarla sarılmışım.

    Sarmadı gitti beni
    Bu yandan çarklı dünya;
    İki yakam bir araya gelmiyor
    Ivırı zıvırı caba.

    Parmak parmak çürüdü
    Bir karış ömrüm,
    Yalan şeyleri özlemişim, nâfile
    Nâfile şiir yazmış, kahırla yıkanmışım,
    Gülmüşüm söylemişim, boşvermişim her şeye,
    Senin için yaşamışım insanoğlu, nâfile!"
    (cahit Irgat)

    YanıtlaSil