25 Kasım 2010 Perşembe

Ağaçlara Fısıldayan Adam; KALAYCI İSMAİL

Doğduğu ve doyduğu topraklardan  ayrılmak zorunda kaldığında  sakalı bile çıkmamıştı. Yetimdi. Ve ona “git seni öldürecekler” dendi.  Kan davasının şakası yoktu. Çaykara’dan çıktı gitti. Körüğünü yaren yaptı kendine. Günlerce haftalarca yürüdü. Vesait buldu, bindi. Bulamadı yürüdü. Haline acıdılar ata bindirdiler. Yürümekten bitkin düştüğü zamanlarda eşeğe buyur ettiler. Gitti, gitti  ta ki Ordu’nun en kuytu kasabası Aybastı sınırlarına kadar. Bu kuytu kasaba onun sığınağı olacaktı. Orada üfledi körüğüne, kalayladı bakırları. Bakırlar piru pak etti. Çoğu kez de kaderine bastı kalayı. Ustaydı ,maharetliydi kalaylamada. Ekmeğini körükten, hırsını kalaylamadan çıkarıyordu. Fırsat buldukça kendini  ormana atardı. Ormanda ağaçlara fısıldardı. O bunun sırrıydı. Ne fısıldardı Kalaycı İsmail. Ne derdi ki ağaçlara o dev gibi köknarlar ona ses verirdi. Kimse bilmezdi. İsmail’in sırrını çözemeyen mecnun derdi. Lazogli deli divanemidir ki ağaçlarla konuşur.  Fırsat buldukça konuşurdu. Bir gün orman yolunda Ayşe’yi gördü. Oracıkta vuruldu Ayşe’ye. Ayşe de Ayşeydi hani. Köyün güzeli. Köyün çetin cevizi. Lakabı da tam lazogliye denk ti. Deli Ayşe.  Kim talip olduysa eşek sudan gelinceye kadar dayak yemişti. Grebi  virtüözüydü Ayşe. Salladım mı 10 erkeğin arasına girecek kadar usta.  Bakakaldılar birbirlerine. Kalaycı İsmail Bir gün takip etti. Son anda kurtardı kelleyi grebi darbesinden. “Beni istiyorsan iste bubamdan” dedi. Nasıl isteyecekti tek başına. Nalbur İbrahim’e açıldı. Babacandı. Ben isterim dedi. Vardılar Ayşelere. Verdiler Ayşe’yi. Ormanın kenarında Kırıklar denilen yere yaptılar yuvalarını.  Ayşe sertti. Aliye Rona hık demiş burnundan düşmüştü.  Aliye Rona rol yapıyordu Ayşe gerçekti. İsmail körüğünü hep tüttürdü evi idare etti. Ona buna muhtaç olmadılar. Ayşe de bağı bahçeyi idare etti. Kalaycı İsmail hep gitti Ormana . Ayşe de ardından baktı. Herkes gibi oda merak ediyordu. Ne fısıldıyordu bu adam ağaçlara. Birlikte gittikleri zaman ağaçlarla konuşmuyordu İsmail. Sordu. İsmail sustu. Eğdi boynunu. Ayşe sormadı bir daha. Bir gün takip etti. Kalaycı İsmail’i. Sessiz ve derinden. Verdi kendini yaykın ağacının arkasına. Garip bir dil konuşuyordu kalaycı İsmail. Bilmediği duymadığı. Fark etti İsmail. Ürktü.  Bastı kalayı önce. Sonra sarıldı karısına anlattı sırrını.  Rumca konuşuyordu. Ağaçlarla İsmail.. Ormanın dehlizlerinde kayboluyordu ama  dilini buluyordu.  Ayşe sırına vakıf oldu. Hem karısı oldu hem sırdaşı. Bilseler yaşatmazlardı oralarda . “Gavurun dölü “ derlerdi. İncir ağacı dikerlerdi ocaklarına.  Geçti zaman. Çocukları oldu. Sonra da torunları. Dedemdi benim Kalaycı İsmail. Yıllar önce bir gün bana fısıldadı.  Ağaçlara fısıldadığı gibi. “Kimseye söyleme” dedi. Kimseye demedim bende.